Bucket List’e bir çizik daha: Prag’da 36 saat, 68.552 adım
Beni tanıyanlar pek Avrupa hayranlığım olmadığını bilirler. Bir çok kişi için yurt dışına çıkılacaksa gidilecek ilk yerlerden olan Avrupa benim için hep “sonra bir gün nasılsa giderim” diyerek geriye attığım bir yerdi. Schengen vizesinin zorluğu ve tabi ki Euro’nun TL karşısındaki değeri de etkenlerden diğerleri olabilir. Özetle Avrupa gezisindense çok daha fazla farklı kültür tanıma fırsatım varken onları tercih ediyordum.
Prag Hayranlığımın Sebebi
Tüm bunların yanında inanılmaz bir Prag hayranıyım. Bir insan hayatında hiç görmediği bir yeri nasıl bu kadar sever anlamıyorum ama Alman’ların ve Japonların bu duyguyu anlatan bir kelimeleri mutlaka olmalı! (Araştırdım ve buldum. Almanca’da bu duyguyu anlatan bir kelime varmış: Fernweh) Gördüğüm fotoğraflarıyla Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag‘a aşık olmuştum ve uzun bir süre orada yaşamayı istiyordum.
Hayaller her ne kadar yıllarca yaşamak olsa da Prag’a ilk ziyaretim sadece 36 saat sürdü fakat bu kısa süreyi o kadar iyi değerlendirdim ki okurken şaşıracaksınız. 36 saatte bu kadar şey nasıl yapılıyor diyeceksiniz. Cevap: 68.552 adım, başka bir deyişle 34.3 kilometre yürümek! Fakat şunu anlıyoruz ki mecbursanız 36 saatte Prag gibi bir şehrin her popüler her noktasını görebilirsiniz.
Frankfurt’tan Prag’a Nasıl Geldim?
Frankfurt‘tan Prag’a gelmem aslında çok kolay olabilirdi. Avrupa içi uçuşlarınızı erkenden organize ederseniz oldukça uygun fiyatlara uçak ve otobüs biletleri bulabiliyorsunuz. Benim programım son dakikalara bağlı çok fazla değişebileceği için hiç bir biletimi ucuza kesemedim. Frankfurt’tan Köln’e araçla gezip Köln’de biraz gezdikten sonra otobüsle Prag’a doğru gidecektim. 12 saatlik yolculuğumda Westworld’ü izleyeceğim ve çektiğim fotoğraflarla ilgilenebileceğim için bundan pek şikayetçi değildim.
Henüz Schengen vizesi aşamasında yakama yapışan şanssızlıklar peşimi bırakmadığı için Köln’de bindiğim trenin yanlış olduğunu, otobüsümün kalkacağı istasyona gitmediğini trendeki diğer yolculardan öğrendiğimde bayağı bir hayal kırıklığına uğradım. Almanya’da beni misafir eden arkadaşıma da o anda ulaşamayınca hayatımda ilk defa “for English press 9” sesinden sonra 9’a tıkladım ve Flixbus’ın Alman görevlisine durumu açıklamaya çalıştım. Tabi ki otobüsün beni 5 dakika bile bekleyemeyeceğini ve 1 saat sonraki otobüs için indiğim yerden bilet alabileceğimi veya telefonla bilet rezervasyonu yapabileceğini söyledi. Yanlış bindiğim trenden son durakta indikten sonra yakınlarda bir Flixbus durağı olduğunu gördüm ve oradakilerle beklemeye başladım. Oradan da Prag’a gitmek üzere kalkacak bir otobüs varmış. “Acaba benim otobüsüm mü?” diye umutlanınca telefonda görüştüğüm kadının net bir şekilde “hayır” dediğini hatırlayıp üzülüyordum ki otobüs geldi. Otobüs görevlisine telefonumdaki kodu tarattıktan sonra beraberce yanlış otobüs durağında beklediğimi bir daha tasdikledik fakat tüm bu kötü şansın üzerine görevli çok yardımcı oldu ve otobüste boş yer olduğu için ücretsiz bir şekilde beni Prag’a götürdü. Firma politikası mı, insiyatif mi bilemiyorum ama o gece o görevli gerçekten bana bilet parası dışında o kadar çok büyük fayda sağladı ki hakkını ödeyemem.
Flixbus, özellikle internetiyle benden 10 puan aldı çünkü oldukça iyi bir interneti vardı. Fakat Avrupa’da uzun yola otobüsle çıkıyorsanız Türkiye’deki gibi ikram falan beklemeyin, su ve isterseniz yiyecek atıştırmalıkları parayla alıyorsunuz. Bu nedenle ya çok iyi karnınızı doyurun ya da yanınıza yiyecek bir şeyler alın. Köln’den Prag’a son dakika aldığım otobüs bileti için 36 Euro ödedim.
36 Saatte Prag Turu
Almanya’da geçerli bir kart almıştım ve internetim vardı fakat Çek Cumhuriyeti sınırlarına girince artık kullanılamaz hale geleceğini bildiğim için (Vodafone’un tüm Avrupa’da geçerli kartları varmış, sonradan öğrendim) ineceğimiz otogardan kalacağım hostele doğru haritayı hazırlamıştım. Sabah 9 sularında Prag’a inmiştim ve neredeyse aralık ortası olmasına rağmen harika bir hava vardı. Otobüste zaten uyuyamadığım için yol yorgunuydum ama yukarıda da dediğim gibi sadece 36 saatim vardı ve bunun çoğunu uykuya ayırmaya hiç niyetim yoktu.
Gezime otogardan başladım! Nasıl olur demeyin. Telefonumda harita açık, otogardan hostele yaklaşık 25 dakika yürüme mesafesi olduğunu görünce geze geze gitmeye başladım. İyi ki de öyle yapmışım çünkü sessiz ve sakinken sokaklarda gezmek gerçekten çok güzel oluyor. Hatta beklediğimden de sakindi sokaklar. Sadece ben, kuşlar ve temizlik görevlileri vardı. Yavaş yavaş hostele doğru yürüdüm ve biraz ara sokaklarda olduğu için sonunda hosteli (Equity Point Prag) buldum. Oldukça merkezi ve rahat bir yerdi. Check-in saati henüz gelmediği için eşyalarımı emanet odasına bıraktım ve görevlinin teklifi ile güzel bir de kahvaltı yaptım. (2. ücretsiz yardım (: )
Almanya’da Marburg şehrini gördüğüm zamanki heyecanımı yeniden hissedebiliyordum. Prag Old Town denilen, eski şehir merkezinde olduğum için her köşede birbirinden özel tasarımlara sahip binalar görebiliyordum. Belki köşelerden atlılar çıkmayacaktı fakat gotik mimarinin en güzel örneklerini gördükçe kendimi kaybedip anlamsızca gülümsemeye başlıyordum. Görmeyi en çok istediğim şehirlerden birindeydim artık…
Charles Bridge (Kral Köprüsü)
Öğleden sonra arkadaşlarımla buluşacağım zamana kadar olan vaktimi en iyi şekilde kullanıp direkt olarak Prag’da gezilecek yerler denildiği zaman akla gelen ilk yer olan “Charles Bridge” yani Kral Köprüsü’ne doğru yürümeye başladım. Vltava nehrini görene kadar yürüdükten sonra nehir boyunca köprüye doğru yürüdüm. Yürüdükçe heyecanlanıyordum ve daha köprüye ulaşana kadar onlarca fotoğraf çekmiştim bile.
12. yy’da sel sonucu büyük hasar alan olan Judith Bridge yerine 14. yy’da yapılan Charles Bridge, eski şehir bölgesi (Old Town) ile Prag Kalesi’ni bağlayan önemli bir tarihi nokta. Hala ayakta olan ve muhtemelen gotik türünün en iyi örneklerinden olan iki kule ile korunan köprü döneminin en önemli ticaret yollarından biriyken şu anda da turistlerin en çok ziyaret ettiği yer konumunda. Açık ve net bir şekilde hayatımda bu kadar kalabalık bir köprü görmemiştim. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen çok kalabalıktı ve öğleden sonra görünce zaten ağzım açık kalmıştı. Siz siz olun gidecekseniz güneş doğmadan önce gezmeye gidin.
Charles Bridge üzerinde 1700’lü yıllardan kalma ve barok türünde tasarlanmış 30 adet heykel bulunuyor. Bu heykeller zamanının önemli dini kişiliklerini simgeliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi şu anda köprü üzerinde bulunan heykeller orijinal heykeller değil fakat bunlar bile oldukça etkileyici bir hava katmaya yetiyor. Şehrin kendine has dokusunu oluşturan bu heykeller gerçekten çok etkileyici ve mistik bir hava katıyor. Ne kadar doğru bilmiyorum ama Prag’ın zamanında Hitler’i bile kendine hayran bıraktığını okumuştum. Savaş döneminde Prag ve Paris’e özellikle zarar verilmemesini emrettiği söyleniyor. Gerçekten bu kadar güzel bir yere bir canavar bile zarar vermek istemez.
Köprüyü minik adımlarla, yavaş yavaş gezerek artık kale yoluna doğru geçmiştim. Özel bir planım olmadığı için genellikle kalabalıkları takip ediyordum. Karşıma çıkan güzel binaları yakından incelemek için onların olduğu taraflara doğru yürüyordum. Zamanım çok kısa olsa bile canımın istediği yere gitme özgürlüğüne sahip olmak gerçekten çok büyük bir nimet. Tüm kalıplardan ve kurallardan sıyrılabilmek, gezerken özgür olduğumu hissettiğim en güzel anlardan. Yol boyunca ilerledikçe kaleye doğru yaklaştığımı farkettim. Aslında ilk başta kale olduğunu bile bilmiyordum, uzaktan gördüğüm tek şey dev bir kiliseydi. Sonradan öğrendim ki St. Vitus Katedrali, dünyanın en büyük kalelerinden olan Prag Kalesi‘nin içindeki bir yapıymış.
Prag Kalesi ve Letna Park
Prag Kalesi, Prag’ın gezilecek yerler listesindeki önemli yerlerden biri. Çok çeşitli bölümlerden oluşan ve içerisinde bir çok farklı tarihi yapıyı ve müzeyi barındıran kaleye giriş için oldukça uzun bir kuyruk bekleyeceğinizi şimdiden söylemeliyim. Ben Prag Kalesi turunu 2. günün sabahına ayırdığım için sadece uzun kuyruğu şaşkınlıkla izleyip yolumu çok daha uzatıp çevresinden dolanmaya başladım. Yürüyen insan sayısı azaldıkça çok da popüler olmayan bir noktaya doğru gittiğimi anladım fakat devam ettim, ne çıkacağını bilemezdim. İyi ki de devam etmişim çünkü Prag’ı izleyebileceğim en güzel tepelerden birini bulmuştum. Letna Park! Evet, Prag’da gezilecek yerler listenize almanız gereken bu harika park doğal güzelliği, barındırdığı çeşitli kafeleri dışında bence bu harika manzarasıyla ünlü olmayı hakediyor. Hele ki gün doğumu veya gün batımı izlemek istiyorsanız kelimenin tam anlamıyla aşıklar tepesi.
Uzun uzun manzarayı izledikten sonra İlyas Teker ve Fatih Koçak ile buluşmak için tekrar Old Town’a doğru yürümeye başladım. Yolumu uzattıkça uzatmayı ihmal etmedim tabi. Kendileriyle normalde bütün turu beraber yapmış olacaktım ama malum vizenin geç çıkmasıyla planlar altüst olmuştu ve ben tek gezmeye başlamıştım. En azından Prag’da 1.5 gün de olsa görüşme fırsatımız oldu.
İlyas’ın Foursquare yorumlarından bulduğu tarihi bir pizzacıda buluştuk ve efsane bir pizza yedikten sonra benden önce başladıkları ve bolca farklı yere gittikleri gezilerini dinlemeye başladım. Kendi gördüklerimi paylaştım ve iyice dinlendikten sonra yola devam ettik. Benim için bir tekrar olsa bile zevkli bir tekrar oldu ve Kral Köprüsü ile başlayıp yürümeye başladık.
Petrin Tepesi ve Lennon Duvarı
Bu defa yolumuzu Kral Kalesi değil, Prag’ın meşhur noktalarından olan Petrin Tepesi‘ne (Petrin Hill) çevirdik. Burası oldukça eski şehir merkezine yakın en büyük ormanlık alan diyebilirim. Üstelik tepesinde 64 metre uzunluğunda bir kule bulunuyor. Petrin Lookout Tower adı verilen kuleyi gördüğünüz zaman “mini Eyfel kulesi” diyeyeceğiniz bu kuleye 50 CKZ ödeyerek çıkabilirsiniz. Gün batımını izlemek için oldukça güzel olsa da çok uzun bir kuyruk bekleyip tepeye çıkana kadar 200’den fazla basamak çıkacağınızı da bilmeniz gerekiyor, tabi isterseniz parasını verip asansörü de kullanabilirsiniz.
Gün batımını güzel Prag manzarasında izleyerek mistik şehrimiz Prag’ı karanlık hava ve ışıklı sokaklarla bambaşka bir şekilde görmeye başladık. Tepeden inerken herkesin yaptığı şekilde inmek yerine biraz farklı yerlerden inmeye karar verince sanırım 1 saat falan ormanda kaybolduk ama sonunda yolumuzu bulduk ve hiç beklemediğimiz bir yere çıktık. Hep diyorum ya yolun sizi nereye götürdüğünü bilemezsiniz, bazen akışına bırakmanız gerekir.
Evet, 1 saat kaybımız görmek istediğimiz fakat henüz buna hazırlanmadığımız bir yere, Lennon Wall yani The Beatles grubunun efsane üyesi John Lennon anısına grafiti ve eserlerinden bölümlerle dolu bu duvara çıkardı. Bu duvar 1980 yılında vurularak öldürülen efsane sanatçının anısına hayranları tarafından oluşturulmuş bir duvar. Tamamen doğal bir tepkinin dışa vurumu olan bu duvar her ne kadar bir dönem komünist rejim tarafından rahatsızlık verici olarak algılansa da şu anda “barış” ve “sevgiyi” simgeliyor. Biz duvarı inceleyip yanından geçerken insanlar şarkılar söylüyordu ve eminim gün boyunca ne zaman giderseniz gidin mutlaka şarkı söyleyen birilerine rastlarsınız.
Hava iyice kararmıştı ve yürüme rekorları benim tarafımdan kırılmıştı. Tabiri caizse ayaklarıma karasular inmişti. Yavaş yavaş, geze geze Prag’ın gezilecek yerlerinden olan Dancing House’u (dans eden ev) da gece ziyaret edip hostele döndük. Dancing House’ı tabi ki gündüz gözüyle görecektim. Hostelde dinledikten sonra tekrar bir şeyler yemek için çıktık ve yine Foursquare’da inanılmaz puanlar almış özel burger yapan bir yere doğru yola koyulduk. Bu defa şehrin “yeni” yerleşim yerlerine doğru gece yürüdüğümüz için pek keyifli değildi. Daha kötüsü, mekanı bulduktan sonra tüm gece boyunca dolu olduklarını ve ancak yarın akşama şimdiden rezervasyon yaparsak yemek yiyebileceğimizi söylediler. Bu büyük şok sonrası yakınlarda yine iyi puan almış başka bir burgerci bulduk ve orada yemeğimizi yedik, 2-3 saat de oturduk sanırım.
Saat 01:00 gibi uykuya dalmadan önce güneşin doğuşunu Charles Bridge üzerinde izlemek istediğimi İlyas ve Fatih ile paylaştım fakat beklediğim gibi ikisi de oralı olmadılar. Hava durumu, gün doğumunun yağmurlu olacağını söylese de vazgeçmedim ve saatimi 06:30’a kurdum. Güneşin 7:30 gibi kendini göstermesi gerekiyordu uygulamaya göre. (Teşekkürler akıllı telefon, teşekkürler internet!) Tabi ki uyandığımda hava yağmurluydu. Bir an yatağa kafamı geri koymayı düşündüm çünkü çılgınlar gibi yorgundum fakat o anda yatmamam gerektiğini biliyordum ve hızlıca giyinip fotoğraf makinamı, tripodu ve lensleri yanıma alıp köprüye doğru yürümeye başladım.
Gün içinde adım atacak yer bulamadığım köprü neredeyse boş bir şekilde beni bekliyordu. Bir süre gün doğumundan önceki hafif karanlık, sokak aydınlatmalarının renklendirdiği köprüyü ve Prag’ı izledim. Şükürler olsun ki hayallerimi süsleyen bu güzel şehirde, hiç bir zaman unutamayacağım kadar değerli bir anı paylaşabildik. Yatakta olmadığım için kendimi de tebrik ederek fotoğraflar çekmeye başladım. Hala profesyoneller nasıl o kadar iyi kareler çekebiliyor anlamıyorum ama kendi çekimlerim olduğu için bu karelere de bayıldım. Yağmurlu bir hava olsa da güneş kısmen kendini gösterdi ve muhteşem bir görüntü ortaya çıktı.
Dancing House
Prag’da hayat tekrar başlamadan bir de Dancing House’u ziyaret ettim ve bu ilginç mimariye sahip binayı inceledim. Camlı mekan ve duvarlı alanı iki farklı insan gibi düşünürseniz bir çok farklı açıdan dans eden bir çifti andırdığını görebilirsiniz. Çok tarihi bir yapı olmasa da farklı bir hava kattığı kesin. Zamanında yapımı ile ilgili çok büyük tartışmalar çıksa da şu anda bir simgeye dönüşmüş denebilir.
Burayı da gezdikten sonra gidip uykucuları uyandırıp kahvaltıya geçtik. Ne de olsa artık Prag gezimizin son saatlerine girmiştik. 18:00 gibi onlar Türkiye’ye dönecek ve ben de Berlin’e doğru yola çıkacaktım.
Kahvaltı sonrası zaman kaybetmemek için tramvaya atladık ve Prag Kalesi’ne doğru yola koyulduk. Açık konuşmak gerekirse çok hızlı hareket etmemiz gerektiği için çok bir şey anladığımı söyleyemeyeceğim. Eğer vaktiniz varsa sabah erken saatlerde gidip en az 4-5 saatinizi buna ayırmalısınız. Tramvaydan iner inmez kuyruğa girdik ve çok ciddi bir kontrolden geçerek (çantaların içine kadar arıyorlar) içeri alındık. İlk girdiğimiz sıra, tamamen güvenlik kontrolüydü yani. İlk kontrolden sonra bilet almak için sıraya giriyorsunuz. Burada önemli bir bilgi, normal bir şekilde kaleyi gezmek için bilete ihtiyacınız yok. Sadece gezmek istediğiniz önemli binaların içine girmek için bilet almanız gerekiyor ve bunu da bölümlendirmişler. Almadan önce iyi düşünüp karar verin çünkü biz bilet aldığımız halde çoğu yere girmedik, pek ilgimizi çekmedi.
St. Vitus Katedrali
Prag’ın her yerinden oldukça ihtişamlı görünen St. Vitus Katedrali gerçekten olağanüstü büyük bir yapı ve mimari olarak tarihin ilk gotik mimari örneklerinden biri. İlk olarak 930 yılında yapılan katedralin yukarıdaki halinin yapımına 1344 yılında başlanmış. Yaşanan savaşlar, krizler ve doğa olayları derken 1929 yılına kadar sürekli bir inşaat halinde olan yapı tamamlanmış. Tabi bu kadar eski bir yapı olunca sürekli tadilat kaçınılmaz oluyor. İçi de en az dışı kadar etkileyiciydi. İçine girmek ücretsiz fakat bir yerden sonrasını gezmek için biletinizin olması gerekiyor. Vaktiniz varsa adım adım gezebilir, detaylarında kaybolabilirsiniz. Biz yaptık, çok güzeldi.
Avrupa gezisini Christmas dönemine denk getirdiğim için her yerde bu pazarlarla karşılaşıyordum. Burada ek olarak bir de çocuk ve gençlerin dans gösterilerine denk geldik ve oldukça eğlenceliydi.
Prag Kalesi içinde onlarca yer gezdikten sonra en beğendiğim yer, Prague Golden Road adı verilen “altın yol” oldu. Yüzyıllar önce simyacıların yaşadığı inanılan bu bölge adeta bir hobbit kasabası gibi. Masal da diyebilirsiniz, film sahnesi de… O kadar güzel bir yol ki fotoğrafta gördüğünüz No:22 yazan evde Franz Kafka ve kız kardeşi yaşamış. Ne kadar ilham verici olduğunu siz düşünün.
Yol boyunca konumlanmış bu evler uzun yıllar kalenin askerleri ve diğer görevlileri için konaklama alanı olarak kullanılmış. Bugün bazıları hediyelik eşya satış yeri olsa da çoğunlukla müze gibi koruma altında. Dönemin insanlarının bu minik evlerde nasıl yaşadıkları, neleri nasıl kullandıkları o kadar iyi anlatılmış ki gördükleriniz karşısında şok olacaksınız. Ayrıca giriş alanında bulunan müze gibi yerde de birbirinden ilginç savaş kıyafeti, silah ve işkence aletleri göreceksiniz. İnsanlığa olan umudunuz Franz Kafka ile artmışken yine ne kadar vahşi olabildiğimizi görmek çok acıtıyor.
Kaleyi uzun uzun gezdikten sonra eski şehir meydanına dönmeye kadar verdik. Her ne kadar defalarca gezdiysek de son bir defa daha görmek istediğimiz bir yerdi Old Town çünkü meydan gerçekten çok tarihi ve güzel bir meydan. Christmas market olması dolayısıyla iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Sanırım sakin halini de görmek için tekrar gelmek lazım fakat bu kalabalık da farklı bir hava katmıştı.
Prag’da gezilecek yerler içerisinde tabi ki eski şehir meydanı var fakat bu meydanın da en önemli yapılarından biri Astronomik Saat Kulesi. Meydana geldiğinizde sizi karşılayan bu dev saat kulesinin en önemli özelliği yaşayan en eski saat olması. Yaklaşık 700 yıldır çalıştığı söyleniyor. Bir diğer özelliği ise her saat başında dev saatin bulunduğu bölgede bir kukla gösterisinin olması. Çok kısa sürse de bu kukla gösterisi “her canlı ölümü tadacaktır” tadında olduğu için turistlerin oldukça ilgisini çekiyor. Benim daha çok ilgilendiğim ise saatin bulunduğu kulenin tepesine çıkıp Prag manzarasında kaybolmanız ve tabi ki bunu yine gün doğumunda veya gün batımında yapmanız.
Apple’ın ilk müzesinin de Prag’da olduğunu hatırlayınca saat kulesinin tepesi ve müze arasıda bir ikilem yaşasam da kesinlikle bu deneyimi yaşamalısınız diyorum. Döneme göre muhtemelen oldukça uzun 2 kuyruğa giriyorsunuz. Birinde bileti alıyorsunuz, diğerinde ise kuleye çıkış için sıra bekliyorsunuz ama görecekleriniz kesinlikle değiyor. Tepeye çıktıktan sonra imkan verilse saatlerce izleyebileceğiniz güzel bir mazara sizi bekliyor. Ben sizi yukarıdaki meydanın genel fotoğrafı ile baş başa bırakıyorum. Prag’ın önemli simgelerinden Tyn Kilisesi bütün ihtişamıyla karşınızda. Bu meydanda yaşanan olayları, ilan edilen kralları, verilen savaşları ve idam edilen kişileri hayal etmek size kalmış.
Buraya kadar okuduysanız öncelikle teşekkürler. Gerçekten Prag’ı seviyor olmalısınız. Henüz görmediyseniz umarım ilk fırsatta görürsünüz. 36 saat içerisinde Prag’da gördüğüm bu kadar yer bende uzun yıllar silemeyeceğim güzel izler bıraktı. Gerçekten muhteşem duygularla ayrılıyorum Prag’dan.
Hostelden çıkışımı yaptım, Bla Bla Car deneyimi için anlaştığım kişiyi beklemeye başladım ve bir nedenle beni satan bu kişi yüzünden koşa koşa otogara gidip tekrar FlixBus’dan otobüs bileti alarak Berlin’e doğru yola çıktım. Zaman ne kadar değerli bir şey ve iyi kullanıldığı zaman aslında ne kadar yeterli…